Makaleler

Türkıye: Ucuz Değıl, Değerlı Bır Turızm Markası Olmalı

Türkiye, dünyanın en güzel coğrafyalarından birine sahip. Dört mevsimi aynı anda yaşayabilen, tarihiyle, kültürüyle, gastronomisiyle, doğasıyla eşsiz bir ülke. Her bölgesinde farklı imkanlar sunabilen, dört önemli denize kıyısı olan müthiş bir turizm ülkesi. Üstelik ulaşım açısından da çok avantajlı bir konumdayız. Türkiye, aslında tam anlamıyla dünyanın merkezinde yer alıyor. Her yerden kolay ulaşılabilir bir mesafedeyiz ve dünyanın her yerine uçan Türk Hava Yolları gibi güçlü bir markaya da sahibiz. Yani elimizde çok büyük bir potansiyel var. Bu potansiyeli ne kadar verimli değerlendirebildiğimiz ise halen tartışma konusu. Aslında bu konuda zaman zaman başarılı olduk. Türkiye uzun yıllar boyunca dünyanın en çok ziyaret edilen ülkeleri arasında yer aldı. Amerika’dan, Avrupa’dan, hatta Uzak Doğu’dan ciddi sayılarda turist ağırladık. İstanbul, Antalya, Kapadokya, Ege, Karadeniz başta olmak üzere, ülkemizin birçok bölgesi dünyanın dört bir yanından gelen turistlerin ilgisini çekiyordu. Ama son yıllarda bu tablo değişmeye başladı. Bugün gelinen noktada, turizm pazarımız büyük ölçüde Rusya’dan gelen, yaz tatiline odaklı kitleyle sınırlanmış durumda. Bunun dışında da Orta Doğu ve Arap pazarı ağırlık kazandı. Yani Türkiye, eskiden sahip olduğu çeşitliliği ve dengeli turist profilini önemli ölçüde kaybetti. Amerikalı ve Avrupalı turist sayısında ciddi bir düşüş var. Ve bu düşüşün temel sebeplerinden biri, bence, marka değerimizin zayıflamış olması. Avrupalılar ve Amerikalılar tatile nereye gideceğine karar verirken sadece fiyata bakmaz. Marka değerine, ülkenin imajına, atmosferine ve hikâyesine bakar. Eğer bir ülke marka algısını güçlü bir şekilde konumlandırırsa, turist onun fiyatını çok da sorgulamaz. Ama marka değeri zayıfladıysa, en uygun fiyatı sunsanız bile tercih edilmeniz zorlaşır. Bugün Türkiye, ne yazık ki, bu noktada. Ucuz ülke algısıyla gelen ve daha çok fiyata odaklı pazarlara hitap eder durumdayız. Bu pazarlarda bile fiyatla rekabet etmek artık kolay değil. Çünkü bir yandan hâlâ “ucuz ülke” olarak anılıyoruz, ama diğer yandan artık gerçekten ucuz da değiliz. Türkiye’de fiyatlar birçok rakip ülkeye göre oldukça yüksek. Otel fiyatları bir yana, yeme-içme, ulaşım, alışveriş gibi harcamalar da ciddi biçimde pahalılaştı. Yani turist Türkiye’ye geldiğinde “beklediğim kadar ucuz değilmiş” hissini yaşıyor. Bu da memnuniyeti ve tekrar gelme kararını olumsuz etkiliyor. Bununla birlikte, Türkiye sadece yaz turizmiyle sınırlı kalmamalı. Kültür, tarih, doğa, gastronomi, sağlık, kongre, spor gibi birçok farklı alanda dünya çapında bir oyuncu olabiliriz. Ama bunun için artık günü kurtarmaya değil, uzun vadeli markalaşmaya odaklanmamız gerekiyor. Türkiye’nin kendi hikâyesini yeniden ve güçlü bir şekilde yazması gerekiyor. Bu süreçte kamu otoriteleriyle birlikte, sektörel STK’lar, otel grupları, seyahat acenteleri, tur operatörleri ve her bir turizm profesyoneli üzerine düşeni yapmalı. Herkes kendi etki alanında ülkemizi doğru anlatmalı, doğru temsil etmeli. Çünkü bu sadece merkezi yönetimle değil, sektörün tüm aktörlerinin ortak çabasıyla başarılabilir. Marka olmak yıllar alır; ama marka değerini kaybetmek çok hızlı olabilir. Bugün hâlâ şansımız var. Hâlâ anlatacak çok şeyimiz, gösterecek çok güzelliklerimiz var. Sadece bunları doğru paketlememiz, doğru anlatmamız ve doğru pazarlamamız gerekiyor. Türk misafirperverliğini, çok kültürlü zenginliğimizi ve bu coğrafyanın ruhunu tüm dünyaya yeniden hatırlatmamız gerekiyor. Türkiye artık ucuz bir ülke değil. Türkiye değerli bir ülke olmalı. Buna önce kendimiz inanarak, sonra da dünyaya göstererek başarmalıyız. Yeniden başarmamız mümkün. Çünkü geçmişte, zaman zaman bunu zaten başardık.