Pazarlama, insanlık tarihi boyunca değer değişimini kolaylaştıran sosyal bir olgu olmaktan, uygulamalı bir bilim dalı olarak kabul görene kadar uzun ve yorucu bir yolculuk geçirmiştir. Tarihin babası olarak anılan Herodot’un “sessiz ticaret” olarak tanımladığı takas dönemlerinden bu yana sürekli değişen pazarlama anlayışı, dijitalleşmeyle birlikte yepyeni bir boyut kazandı. Bugün yapay zekâ teknolojileri, pazarlama stratejilerini kökten değiştirmekle kalmıyor, markaların tüketiciyle olan ilişkisini ve tüketim kalıplarını da yeniden şekillendiriyor.
Günümüzde bir insanın her gün yaklaşık 35.000 karar almak zorunda olduğu söyleniyor. Bu kararların büyük bir kısmı tüketimle ilgili olup bireyler üzerinde ciddi bir stres yaratıyor. Her gün maruz kalınan 4.000’den fazla reklam mesajı, karar alma süreçlerini daha da karmaşık hale getiriyor. Yapılan araştırmalara göre, tüketicilerin birçoğu satın alma kararı verirken aşırı seçenek nedeniyle strese giriyor. Üstelik her karar anında hissedilen finansal, fiziksel, fonksiyonel, psikolojik ve sosyal riskler de stres seviyesini artırıyor. Öte yandan artan rekabet ortamında firmalar; müşteri bulma, elde etme ve sadakat sağlama konularında giderek daha büyük zorluklarla karşı karşıya kalıyor. Değer yaratmanın ve bağlantı kurmanın giderek zorlaştığı bu dönemde, müşteri beklentilerini aşan yenilikçi stratejiler geliştirmek kritik önem taşıyor.
Peki, bu modern yaşamın karmaşıklığını göz önüne aldığımızda, yapay zekâ bu kaotik ortamda markalar ve tüketiciler için bir umut ışığı olabilir mi?
Yapay zekâ sayesinde, tüketicilerin davranış ve beklentilerine göre kişiselleştirilmiş içerikler sunmak son derece kolay. Kusursuz bir müşteri deneyimi yaratmak için demografik veriler, sosyal medya davranışları ve satın alma modelleri gibi çeşitli kaynaklardan elde edilen verilerle, müşterilerin ilgi alanlarını anlayarak kişiselleştirilmiş içerikler sunulabiliyor, etkileşimli sohbetlerle müşteri hizmetleri desteklenebiliyor. Bel ağrısı çeken bir tüketicinin ekranına dakikalar içinde sağlık ve spor çözümlerinden, yatak ve sandalye önerilerine kadar birçok mesajın gelmesi bir konfor alanı yaratabiliyor. Ancak, algoritmaların nasıl programlandığına bağlı olarak önyargıları pekiştirme ve yanlış kararlar alınmasına yol açma riski de var. Bu durum, pazarlama mesajlarında belirli gruplara yönelik önyargılı yaklaşımlar gibi etik olmayan uygulamalara da yol açabilir.
Yapay zekâ uygulamaları, özellikle perakende sektöründe; çalışan verimliliği, envanter yönetiminde otomasyon, stok optimizasyonu, etkili ve dinamik fiyatlandırma, mağaza güvenliği, talep tahmini ile tedarik zincirini optimize etme gibi konularda firmalara önemli avantajlar sunarken asıl amacın hedef kitle ile etkili, anlamlı, uzun soluklu ve kârlı ilişkiler kurmak olduğunu unutmamak gerekir.
Yeni teknolojilerin hızla benimsenmesi ve kısa vadeli avantajlarına odaklanılması, uzun vadeli etik, sosyal ve çevresel etkilerin göz ardı edilmesine yol açarak “teknoloji miyopluğu” sorununa yol açabilir. Pazarlama teknolojileri, tüketicilere daha iyi çözümler sunan bir araç olarak değerlendirilmeli ve yapay zekâ uygulamalarında tüm paydaşlar için değer üretmeye odaklanılmalıdır. Büyük veri ve teknoloji tabanlı uygulamalarla müşterilerin zihinlerinde yer edebiliriz; ancak kalplerine dokunmak için hayatlarına gerçek anlamda değer katmalı ve belki de teknolojiyi mümkün olduğunca görünmez kılmalıyız.