“Bu ülkede hukuk yok!!!” ve “Bu ülke düzelmez!!!”. Bu cümleleri sık sık duyarız. Hatta duymakla ve onaylamakla da yetinmeyip; kendimiz de söyleriz. Öylesine büyük bir iştahla ve şevkle söyleriz ki, birdenbire bütün sorunlarımızı çözmüş gibi bir hisse kapılırız. Bu sihirli cümleler, öylesine geniş alanlar açar ki bize, birden rahatlayıveririz.
Günlük hayatın hengamesi durup düşünmeye nadiren fırsat verse de, her ruhsal durum gibi bunun da üzerine düşünmek ve tahlil yapmak gerekir. Esasen, zaten bir şeyleri düşünebilmek için öncelikle bir “durmak” gerekir, günlük hayatın hengamesinden çıkmak değil ama en azından bir mola vermek, gerekir. Makale okumanın en güzel yanlarından biri de bu: Hayatın hengamesine bir mola vermek ve hayatımız üzerine düşünme fırsatı yakalamak. Peki, konumuza dönecek olursak, herkesin diline doladığı ve en kestirme çıkış yolu olarak gördüğü bu cümleler doğru mu? Cümlelerin içeriğinde doğruluk payı olsa bile bu cümleleri kullanmak doğru mu? Hatta bu cümleleri ifade etmenin makul bir tarafı olsa bile, hayata karşı doğru bir tavır mı? Öncelikle, şunu bilmeliyiz: İnsan, anlamak ve anlamlandırmak isteyen bir varlık. İnsan, aynı zamanda anlamadığı ve anlamlandıramadığı zaman rahatsızlık duyan bir varlık. Biz, öncelikle varlık sahasında meselelerimizi çözmek isteriz. Varlık sahası, bize bir çözüm imkanı vermiyorsa, bu kez zihin sahasında meselelerimizi çözmek isteriz. Hukuk dünyasının varlık sahasında çözüm imkanı bulamadığımızda, hukuki sorunumuzu zihin dünyamızda çözmeye yöneliriz. En kestirme çözüm yolu da en başta kullandığımız cümlelere müracaat etmek olur. Çünkü, en kolay ve en kestirme yol budur. Maalesef, bu kolaycılığın bedelini ülke ve toplum olarak çok ağır bir şekilde ve her gün yaşayarak ödüyoruz.
Bu cümleleri kullanmanın yanlışlığını ele alacağız ve çözüm yollarını göstermeye çalışacağız. Ancak, bu cümlelerin yanlışlığının anlaşılması için ve biraz da kendimize gelmek için şu soruları sormakta fayda var: Bizim işletmemizde hukuk var mı? Bizim şirketimizde hukuk var mı? Bizim işletmemizde veya şirketimizde hukuk olması için her hangi bir çalışmamız ya da çabamız var mı? Acaba, “hukuk” dediğimiz şey, tepeden inme bir şekilde mi toplumda varlık kazanır ve gelişir; yoksa tabandan talep edilerek, istenerek ve uğraşılarak mı varlık kazanır ve gelişir? Bu soruların cevapları zannedilenin aksinedir. Hukuk, sadece devlet tarafından tesis edilmez. Aksine, tarihte tüm büyük hukuk sistemleri hukuki davranmayı kendine dert edinip, hukuk üretilmesi talebinde bulunana toplum ve topluluklar sayesinde meydana gelmiştir. Oysa bir toplum, hukuki davranmayı kendisine dert edinmiyorsa, hukuk üretimine de ihtiyaç duymayacaktır. Hukuk üretimini ihtiyaç olmadığı bir yerde hukuk da üretilmeyecek ve uygulanmayacaktır. Hasbelkader üretilmişse bile bir kenarda bekleyecek ve en son çare olarak çok kısıtlı bir şekilde uygulanacaktır. Hukuk talebi olmayan bir yerde neden hukuk üretilsin ve neden hukuk uygulansın ki? Söz gelimi bir sanayici, talep olmayan bir ürünü üretiyor mu ya da bir tüccar talep olmayan bir ürüne raflarında yer veriyor mu?
Şu bir gerçek ki, bu ülke de hukuk olması için, hepimizin bir iş yapmadan önce onun hukuki zemini oluşturmayı adet edinmemiz gerekiyor. Bir konu hakkında kural sistemi inşa etmek ve uygulamak, çok önemli ve gerekli bir iş ahlakıdır. Zannedilenin aksine kurallar, delinmesi veya dolanılıp aşılması gereken birer baş belası değil; hayat ve güvenlik sağlayan birer teminat yoludur. Düşünün, bir trafikte hiç kural olmaması mı iyidir; yoksa bazı kuralların ihlal ediliyor olması mı? Nasıl olsa bazı kişiler kuralları ihlal edecek, kamera olmayan yerde kırmızı ışıkta da geçecek veya sarı ışığı tartışma konusu haline getirip kılıfına uyduracak, diyerek kuralsız bir trafiğin daha güvenli olduğunu söyleyebilir miyiz? Bugün ticaret dünyamıza baktığımızda, bize ticaretini hukuki zeminler üzerine geliştirmeyi adet edinmiş bir rol model gösterilebilir mi? Böyle bir rol modelimiz var mı? En üst düzey firmaların yöneticileri bile hukuku sadece bir ayak bağı olarak görmüyor mu? Ticaret dünyasının göstermelik popüler konular dışında herhangi bir alanda hukuki zemin oluşturulmasına öncülük ettiğini gördünüz mü? Artık çuvaldızı başkasına, iğneyi kendimize batırma zamanımız çoktan geldi. Bu gerçeği görmek ve hukuki davranışları benimsemek zorundayız. Artık bu, bir tercih meselesi değil; bir zorunluluk! Aksi halde bir serbest piyasadan bahsedilemeyecek ve yetkinliklerin hiçbir işe yaramadığı bir dünya meydana gelecektir.
İş dünyasında hukuku bir kültür haline getirmenin yolu, işlerimizi ve ilişkilerimizi niteliğine uygun sözleşmeler üzerine inşa etmektir. Mesela, birçok aile şirketinde hukuken iç ortaklıklar mevcuttur; yani şirketler resmiyette göründüğünün dışında farklı ortaklık yapılarına aittir. Peki, hiçbir aile şirketinde iç ortaklık sözleşmesi akdedildiğine denk geldiniz mi? Bu aile meselesi, kimseye söylenmez, derseniz. Kusura bakmayın, miras paylaşımında anlaşmazlık çıkınca neden avukatlara koşuluyor? Bu, aile meselesi değil mi? Demek ki, istersek yasalarımızda ve hukukumuzda bir çözüm yolu var: İç ortaklık sözleşmesi. Anlı şanlı ihracat işlemlerimizin kaç tanesi, niteliğine uygun sözleşmelerle yapılır. Antrepocu ile vedia sözleşmemiz var mı? Evet, yanlış duymadınız, Türk Borçlar Hukukunda vedia sözleşmesi diye bir sözleşme var ve antrepo/depolama hizmeti veren firmalar ile bu sözleşmeyi yapmanız gerekiyor. Sevk irsaliyesi, fatura, gümrük belgeleri gibi bazı resmi belgelerin düzenleniyor olması sizi yanıltmasın. Çünkü, bu belgelerin tamamı devlet ile aranızdaki ilişkiye dairdir, oysa başka bir firma ile ilişkiniz bir özel hukuk ilişkisidir ve bir sözleşmeyle hukuki zemine oturtulmalıdır. Daha birçok örnek vermek mümkün ancak bu kadarı yeterli diye düşünüyorum. Hani meşhur bir söz var ya; “herkes dünyayı değiştirmeyi düşünür ama kendini değiştirmek hiç kimsenin aklına gelmez” diye. Galiba, bu ülkede hukuk olmasını istiyorsak, kendimizi ve kendi işlerimizi hukuki zeminlere oturtmakla işe başlamalıyız. Yani, sözleşmeler dünyasının imkanlarını kullanmalıyız.
Av. Pelin Baruh